BİR ANKARA VARDI

Puslu kalabalık ama güzel bir şehirdi Ankara. Bürokrasinin merkezi, hayatın hızlı aktığı yoğunluğun bir saniye bile bitmediği, zamanın kıymetinin en önemlisiydi belki de. Huzursuzluğun merkezindeydi. Kültürün gelişmişliğin ve sanatın cazibe merkeziydi. Kimine göre ise bunların hiçbiri. Bir yanda tarih, bir yanda akıp giden yaşam ve bir yanda da bekleyiş vardı. Hayat vardı. Ümit vardı. İnanç vardı.

Beklenen neyse o vardı. Şehirlerin ruhu vardı. İnsanların ruhundan ayrı ruhu vardı.

Tarihin izlerini taşımasının yorgunluğunu hissettiren, yükünün fazlalığını, gücünü bildiğini anlatan yükler vardı Ankara’da. Şehirler vardı. İnsanlar vardı. Hayatlar vardı. Bakışlar vardı. Gülüşler vardı. Hak edişler vardı. Özlemler, kavuşmalar, hayaller… Bilinmezlikler, arananlar, bulunanlar vardı.

Zenginler, fakirler, sınıfsal farklar vardı. Ankara’da yaşam, mutluluk belki de hüzün vardı. Bir Ankara vardı. Yolcusu meraklı, yolcusu hüzünlü, yolcusu hayalbazdı.

Ankara’nın Devlet Resim ve Heykel Müzesi vardı. Anadolu Medeniyetleri Müzesi vardı. Cumhuriyet Müzesi, Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi vardı. PTT Pul Müzesi, Vakıf Eserleri Müzesi, Oyun ve Oyuncak Müzesi vardı. Pek çok alandan pek çok sanata dair, meraklısına ilgilisine görsel şölen sunan yerleri vardı. Tek bir gün gezmekle de bitmeyecek kadar çok müzesi vardı.

Bir müzeyi ziyaretten sonra insanın aklı göremediği diğer müzelerde kalıyordu sanki. Şehrin puslu havası eski bir fotoğraf albümünü karıştırıyor gibi hissettiriyordu. Analog makineden çıkmış fotoğraflar anıları saklıyordu içinde. Hikayesine tanık olduğumuz şehirlerin anısı vardı içinde.

Önyargılardan uzak hikayeleri vardı. Fotoğraflarda bir yaşam vardı. Ankara Kalesi’nin tepeden seyrettiği şehirde her tepe birbirini selamlar gibi diziliydi. İlk Meclisiyle, Rahmi Koç Müzesiyle ve Hamamönü Sokaklarının çeşitliliğiyle bir Ankara vardı. Dünyanın bize bir noktada ihtiyacı vardı.

Vardı ki insanlık ortaya çıktı dedirten tarafı vardı şehrin. Kapıldığında savuran rüzgârı, gurbetin bin bir türlü özlemi saklıydı. Misafiri eyleyen ama memleketin her çiçeğini gizleyen yanı vardı.

Ankara’nın doğal güzellikleri açık havada gezilecek müzeleri ve kendine has yemekleri vardı. Bir de özel bir çiçeği. Bütün hüzünlerine puslu havasına belki de kendine meydan okurcasına ‘’Sevgi Çiçeği’’ vardı. Endemik olan türüyle ‘’Sevgi Çiçeği’’ tıpkı Ankara’ydı. Baharı karşılamayı seven yazın en sıcak zamanlarına kalmadan veda eden.

Kırmızının en güzel tonuyla ‘’Yanardöner’’ ismine de layıktı. Pembenin en şeker rengiyle, beyazın en

temiz haliyle. Dağılan toplumlara, günümüz yaşantısına ve olanlara karşı hayata tutunma çabası

görülmeye değerdi. Dünyada sadece burada ‘‘Gölbaşı Sevgi Çiçeği’’ var olurken, ülkenin dört bir yanından şehrinde buluşan insanların temsiliyken bize de bir Ankara vardı demek düşerdi.

Related posts

Leave a Comment